FELSEFE SANAT BEDEN BİLİNÇ ÖZNE DUYGU FİZİK SPiNOZA DELEUZE NiETZSCHE İst Cumhur KOCALAR

Kitaplar Yazarlar Okuma Yorum Özet Yayın Kütüphane Kaynak Cumhur KOCALAR İSTANBUL TURKEY

İSTANBUL TARİHİ KÜLTÜREL VE DOĞAL VARLIKLAR, SOSYOLOJİ BOĞAZİÇİ SİTLER Cumhur KOCAL AR

27 Nisan 2008 Pazar

Tiyatro ve Doğaçlama

Çalıştay
Baltacıoğlu Tiyatrosu Buluşması
İstanbul Üniversiteleri Tiyatro Şenliği

Büyükleri çoçuk gibi eğlendiren orta oyunları ve doğaçlamalar üzerine çok güzel bir panledi..

Ustalara teşekkür ederiz..

Çağdaş Tiyatro-Absürd Tiyatro üzerine bir çalıştay ve performans sanatı hk.da bildiri için: http://cumhurkocalar-dans.blogspot.com/2008/04/oyuculuk-performans-ahika-tekand.htmlDoğaçlama yolunun çağdaş danstaki tarihsel uzantılarından bugüne göndermeler için:
http://cumhurkocalar-dans.blogspot.com/2008/04/1970lerle-daniel-lepkoff.html

Diğer yazılara her sitede Ana yollar altındaki yönlendirmelerden ulaşabilirsiniz.

14 Nisan 2008 Pazartesi

Yaratıcı Tiyatro

Haber

Bu akşam Ortaköy'de gösterileri olan ilginç bir grubun varlığını öğrendim..

Çağdaş dans alanında yıllardır yöneldiğim çalışmalarım da nadiren ses kullanımlı, hareket ağırlıklı doğaçlamalar şimdi başka bir alanla da bütünleşmeye başlıyor kafamda. Bazen bizim de sergilediğimiz gösterilerin bir başka açıdan benzeri, şimdi psiko-tiyatral açık ve kesintili bir seyirci etkileşimiyle de doğal ve ansal bir dışavurum ile sahnelenir hale gelmiş ne güzel.

Bundan biraz geç haberim oldu. Ama yine de bu haberle karşılaşmak pek memnuniyet vericiydi doğrusu, benim bakış açımla psikodrama ile temellenmesi daha iyi olsa da, belki böylesi bir hoş algılanabilirliğe sanat sayesinde açılabilen insan psikolojisi ağırlıklı bir gösteri biçimi de Türkiye'de çoktan olmalıydı zaten.. Bir kaç senelik Maşer-i Cümbüş Doğaçlama Tiyatro grubu da (eğlence yönelimli) başarılı bir ilk sayılabilir aslında.

Zira çağdaş dansta da yıllardan beri, özel ve yoğun çalışmalarımız dışında yer bulmasına özellikle çaba sarfettiğim, Doğaçlama Dans Gösterileri genellikle ancak içeriği uygun olabilecek festivallerde ya da mekan bulabildikçe gerçekleştirebilecek bir uğraş olmaktan öteye gidememişti, benim için. Halbuki görülüyor ki, böylesi dinamik ekipler oluşturabilmek tiyatro için çok daha kolay olabiliyor.

Bu konulara yakın ve derin ilgi sahibi olan seyircinin, dansa da (anlaşılabilirlik açısından eşit olmasa da) biraz yönelebilmesini gönülden isterdim. Ülkemizde ne yazık ki, TV, futbol maçları ve (bağımsız yönetmenlerin filmlerinin yine şansı olamasa da) neyse ki sinema, çağdaş dansa ve tiyatroya nazaran daha çok tutunduğundan, gerçek sanattan mahrum bir yaşam sürüşümüz yarınlarımızı daha çok boğar hale geliyor, bu da gündelik her halimizden zaten belli oluyor.

"Yaratıcılığın ve terapötik etkileşimin sınırları,

dansta çok daha radikal biçimlerde aşılabilir." Cumhur KOCALAR


İSTANBUL SPONTANİTE TİYATROSU (İstanbul Playback Theatre)

İzleyicilerin tiyatrosudur; onların aktif katılımcı olduğu bir tiyatrodur. İzleyicilerin yönetici olduğu bir sahneyi üretir, Bu sahnede izleyicilerin yaşamları, öyküleri, anları, duyguları, düşünceleri canlandırılır. Sahnede her şey yalnızca bir kez canlandırılır. Playback Tiyatrosunda yaratıcılıktan ve olan bitenden herkes; yani yönetici, oyuncular, izleyiciler ve hikayeyi anlatan sorumludur.

Yönetici Deniz ALTINAY
Oyuncular Banu AKMAN Ayça ATASOY Sündüz ATAY Derya LEBLEBİCİOĞLU Ceren ŞAHİN Faysal TEKOĞLU

Seyircilerin öykülerinin oynandığı ve yalnızca bir kez oynandığı spontan, yaratıcı ve terapötik tiyatroya hoşgeldiniz...
Altı sene önce Deniz Altınay tarafından kurulan İstanbul Spontanite Tiyatrosu, bugünkü adıyla Playback Theatre eğitimleri İstanbul Psikodrama Enstitüsü'nde sürdürülmekte ve her yıl açılan yeni gruplara üye kabul edilmektedir.
Spontanite tiyatrosunda olan bitenden herkes sorumludur. Gerçek yaratıcılık sorumluluk almakla mümkündür ve yaratma cesareti kavramı buradan doğmuştur. Hikayeyi anlatan, oyuncular, müzisyen ve yönetici bir defalık oyunda aynı derecede sorumluluk alırlar.
Oyun bir kez daha tekrar edilmez ve akıp gider; tıpkı yaşamda olması gerektiği gibi.Tarihi değiştiren kişiler arkalarına bakmayan ya da oralara saplanmayan kişilerdir. Bu onların spontanitelerinin ve yaratıcılıklarının kanıtıdır. Her şey yaşanır ve biter; bu ise yeni başlangıçların habercisidir.

Bitmeyen işleri olanlar, yeni başlangıçlar yapamazlar.

http://www.ticketturk.com/portal/tr/sanat/tiyatro/spontanite_gosterisi/32167/


3 Nisan 2008 Perşembe

Kitap: Niçin Mış Gibi Yaşıyoruz? - D.Cüceloğlu

0-7 yaşı geçirdik ne yapacağız şimdi demeyin, biliyoruz ki içimizdeki çocuğun annesi de kendimiz babası da.

İçimizdeki çocuk
kavramıyla bizi tanıştıran Prof.Dr. Doğan Cüceloğlu hocamızın sohbetinden uzunca bir alıntı geçti elime. Böylece önceden beri bu konunun üstadına deyinmek istediğim için, kendisine kolaylıkla yer vermek mümkün hale geldi. Şimdi birlikte ona kulak verelim..

Söyleşi'den AlıntıProf.Dr. Doğan Cüceloğlu

Su bozuldu. Korku içindeyiz. Sürekli birşeylerden korkuyoruz. Yarın gözümüzü ekonomik krize açıp bir anda borçlarımızın katlanmasından… Durakta beklerken bir bombayla paramparça olmaktan…Hiç beklemediğimiz bir anda işsiz kalmaktan…Tüm yaşamımızın bir anda değişmesinden… Çocuklarımıza karanlık bir dünya bırakmaktan…Korkuyoruz!
Korktukça içimize kapanıyoruz, yalnızlaşıyoruz, mutsuzlaşıyoruz!
Tam da mutsuzluğun dibine vurduğum birgünde bir kitapçı vitrininde karşılaştım Doğan Cüceloğlu'nu son kitabıyla.
Kitap adıyla tavladı beni : Korku Kültürü!

Kitabın alt başlığı adından bile güzel: Niçin Mış Gibi Yaşıyoruz?
Psikoloji Profesörü Cüceloğlu ile TV8'de Cumartesi sabahları yayınlanan programının çıkışında ko! nuştuk.
Uzun ve epey öğretici konuşmanın sonunda anladım ki Türkiye'nin suyu hasta!
Niye mi?
İşte Doğan Cüceloğlu'nun ağzından nedenleri…
Bir arkadaşım anlatmıştı. Japon balığı almış. İşten sonra evine gidip balığını seyrediyormuş. Şahaneymiş seyretmesi, böyle dalga dalga gidiyormuş balık. Ama bir süre sonra balık yan yatmış, debelenmeye başlamış. Kavanoza koyup deniz biyoloğu ol! an bir arkadaşına götürmüş. Biyolog incelemiş, demiş ki;
- İyi haberim var, kötü haberim var, hangisinden başlayayım?
- Hangisinden istersen
- İyi haberim balık hasta değil. Kötü haberim suyun hasta.
- Su hasta olur mu ya?
- Evet olur, iyi oksijen almıyor bu su. Bundan dolayı bir bakteri girmiş .Ve bu bakteri balığın sinir sistemini böyle etkilemiş.
- Ne yapmam lazım?
- Balığın suyunu değiştireceksin , bir de pompanı değiştireceksin.
Su değişince, pompa sistemi değişince gerçekten de balık iyileşmiş bir süre sonra. Yine şahane biçimde dalga dalga gitmeye devam etmiş!
Bizim suyun hastalığı ne peki?
Korku kültürü.
Korku kültürü kavramını biraz açabilir misiniz?
Korku kültü! rü yaşamda gücü temel olarak kabul eder. Hayatta en önemli şey güçtür. Bu nedenle yaşam sürecinin kendisini sıfırlar. Mutluymuşsun, coşkuluymuşsun, zevk alıyormuşsun hiçbir önemi yok. Seni güçlü kılıyor mu kılmıyor mu ona bakacaksın. Bu da sonuçlarla belli olur. Mevki edindin mi, para kazanıyor musun, şöhretli misin, göster bana! Böylelikle yaşamın bir süreç olarak değeri yok, güç temel değerdir. Güçlü olan haklıdır, çünkü o güçlüdür. Güçlü olanın denetleme hakkı vardır, çünkü o güçlüdür. Yönlendirir. Böylelikle tüm ilişkiler ve yaşam onun üzerine oluşmaya başlar. O nedenle böyle bir toplumda insan insana ilişki yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır. Kadın erkek ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilşkisi vardır. Patron işveren ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır. Bir toplumda "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diye soruluyorsa o toplumda güçlü güçsüz ilişkisi vardır!
Korku kültüründe insanların ilk karşılaştıklarında akıllarından geçen şudur: Şimdi burada kimin borusu ötecek. O yüzden kolay kolay gülümsemezler, başka tarafa bakarak el sıkarlar. Yani diyor ki: Yersen, burada baba benim. Böyle durumlarda ben kendimi nasıl tanıtacağım. Profesör Doktor Doğan Cüceloğlu. Mutlaka mevkimi söyleyeceğim. Yani işte 15 kitap yazdım, tv programı yapıyorum, filan, filan…Bir kıdem listesi yapacağım sana güçlü olduğumu göstermek için. Çingeneler kavga ettiğinde bende bu var diye sende ne var diye atışırlarmış ya… Bizdekinin aynı. Adam kitap yazıyor, üzerine Prof bilmemkim diye titrini yazdırıyor, ne gerek var?
Korku kültüründe eşit ilişki yoktur, kim daha güçlü, kim daha üstün ilişkisi var. Daha evlenirken bu karı koca ilişkisinde kendini belli! eder, ilk gece gözünü korkutuyor, ilk gece. Anne baba çocuk ilişkisin de de öyle.
Anne baba ilişkisinde nasıl?
Çocuk bir kere 0 - 7 yaş arasında müthiş bir mücadele veriyor.
Ne mücadelesi veriyor?
Varolma mücadelesi veriyor. "Yemiyeceğim" diyor, "Doydum" diyor. "Yiyeceksin" diye ağzına tıkıyoruz kaşığı. "Aç değilim" diyor. "Hayır açsın" diyoruz. Düşünebiliyor musun ya? Şu işkenceyi düşünebiliyor musun?
Geçen gün üniversite öğrencilerinden oluşan 70 kişilik bir gruba konuştum. Bir kız öğrencinin önüne gittim. "Merhaba" dedim ama görüyorum nasıl korkuyor. İnşallah doğru cevap veririm kaygısı var yüzünde. "Sabahleyin karşılaşsak ben sana sorsam 'Uykunu alabildin mi?' diye. Uykunu alıp almadığını bilebilir misin?" dedim. "Bilmem, belki" dedi. Bu çok acı birşey. "Peki" dedim "Senin uykunu alıp almadığını senden daha iyi bilecek kim var?" Ona da cevap veremedi.! Üniversite öğrencisi bu! Yandaki arkadaşa döndüm. "Aç mısın tok musun bilir misin?" dedim. Cevap veremedi, ııığğğ filan yapıyor. "Senin aç ya da tok olduğunu senden daha iyi bilebilecek biri var mı?" dedim. "Lokantacı "dedi. Bunlar üniversite öğrencisi! Bunlar bu kadar sınavdan sonra üniversiteye girebilmiş seçilmiş insanlar! Ama düşünün öyle bir yaşamı boşaltma durumu var ki çocuk aç mı uykusuz mu bilmiyor.
Ve ben psikolog olarak şunu söylüyorum. Bir insanın yaşmının temeli 0 - 7 yaş arasında atılıyor. Bir vatandaşın vatandaşlığının temeli de 0 ile 7 yaş arasında atılıyor. Neye benziyor bu biliyor musun, eğer siz bir çocuğa 0 - 7 yaş arasında Türkçe öğretemezseniz, ondan sonra da düzgün Türkçe konuşamaz, ona benziyor. Eğer çocuklarınıza 0 ile 7 yaş arasında vatandaş olma bilinci veremezseniz ondan sonra ikinci dil öğrenirmiş gibi z! orlukla aksak öğreneceklerdir.
O zaman o üniversitelinin aç olup olmadığını bilmemesinin nedeni de annesinin çocukken aç olmadığı halde zorla yedirmesi mi? Onun adına kararlar vermesi mi?
Bu ufak bir örnek. Genel olarak çocuğa verilen mesaj önemli. "Sen küçüksün bilmezsin büyükler bilir. Sen kimsin ki…" Bu genel mesaj yerleşince " Ben kimim ki, otorite daha iyi bilir" inancına dönüşüyor. Korku kültürünün özü bu!
Öyle olunca yaşam tamamıyla gerçeğin araştırılması değil, özgürce bir yolculuk değil, bireylerin, grupların, cemaatlerin birinden daha güçlü olma mücadelesine dönüyor.
Türkiye'de siyasal anlamda yaşanan da bu değil mi?
Evet! İşte bu korku kültürünün aksi olan saygı kültüründe çok temel bir değer vardır. O da gerçeğe saygıdır. Üniversite neden vardır? Gerçeği keşfedip,öğrenip, yaymak için vardır. Oysa bu korku kültürünün umurunda değil. Korku kültü! ründe üniversite makam için vardır, mevki için vardır, daha güçlü olmak için vardır. Araştırma yapmaktan daha çok nasıl kulis faaliyetleriyle, ayak oyunlarıyla makam elde edileceği öğrenilir. Ayakta kalanlar, mevki, makam sahibi olanlar bunlardır. Ve bunlar bir öğrenci çok akıllı ve yetenikliyse korkarlar, onu asistan almazlar.
Sadece üniversitelerde değil, hiçbiryerde çok akıllı adam istemezler Türkiye'de.
Evet, çünkü tehlikesin. Ama ben 25 yı l yurtdışında bulundum. Orada adamın seni sevmesi veya sevmemesi üçüncü dördüncü derecede ilgilendiği birşey. "Sevmem ama harika bir kafası var, ondan dolayı buraya getirmek zorundayım" diyor. "Arkadaşım olarak görmem ama hakkını veririm" diyor.
Şöyle düşünmek lazım. Hepimiz bir ekibin parçasıyız. Ben şu çocuğun ( parkta oynayan çocuğu işaret ederek) daha mutlu olmasının bir parçasıyım. Herkes böyle düşünmeli. O çocuk mutsuzsa emin ol şu veya bu şekilde o mutsuzluk benim hayatımı etkiler. Trafiği düşün, herbir kişinin araba kullanışının kalitesi diğerinin hayatını etkiler. Sarhoş ise, yorgun ise, hızlı ise trafikteki herkes etkilenir. Toplumda da öyle. Ben buna biz bilinci diyorum. Korku kültüründe biz bilincinin gelişmesi mümkün değil. Ya ben bilinci denilen arsız saldırgan ! kültür gelişir, ya da sen bilinci denilen ezik kişiliksiz kültür gelişir.
Arsızlar ezikleri daha da eziyor yani o zaman?
Zaten sen diyenler "Meee" diyor, "Çoban yok mu? Uykum var mı yok mu bana söylesin, biri benim hakkımı korusun."
Mesela sınıfa girin öğre! tmen olarak. Korku kültürüyle yetişmiş çocuğa güleryüzlü davranın, "Gü naydın çocuklar nasılsınız?" filan deyin. Üç dört ders sonra size parmak atmaya kalkarlar. Siz üzülürsünüz ben bunlara insan muamelesi yapıyorum, yaptıklarına bak diye. Size süratle öğretirler nasıl öğretmen olunması gerektiğini. Demek ki korku kültüründe korkutulma ihtiyacının giderilmesi için korkutan birisinin olması lazım. El ve eldiven gibi. Ve bu bir yaşam felsefesi. Mesela korku kültüründe yetişmiş kadınlar da korkutan erkek ister. Onları korkutmayana "Ne biçim erkek" derler.
Türkiye'de yüzde kaç korku kültürü hakim?
Şimdi belirli bir azınlık grup var. İnsan hakları, çocuk hakları diyen, insanca bir yaşam isteyen, birbirlerine "Günaydın" demek isteyen, trafik kurallarına uyan…Benim gördüğüm kadarıyla çok az…Ve bu insanlar çok yalnız. Eğer Türkiye'de uygar insan gibi yaşamaya çalışırsanız süratle kendinizi keriz olarak görürsünüz. O sınıfa girip de "Günaydın" diyen öğretmenin durumuna düşersiniz.
Başınıza gelmedik kalmaz yani?
Kendinizi korursunuz ama o zaman da kendinize yabancılaşırsınız. Bir mutsuzluk yaşamaya başlarsınız. Ve altını çizmek lazım. Kimsenin kabahati yok. Kimse kötü niyetle yapmıyor bunu. Bildiği başka bir şey yok. 0 - 7 yaş aralığında bunu öğreniyor. Bildiğini de gelecek nesle bağırta çağırta aktarıyor. Bu böyle gidiyor.
Nasıl ki alfabeyi değiştirmek için seferberlik yaptık, köy köy gezip anlattık. Bence bizim ana babalığı öğrenmemiz için de aynı şey lazım. Çok ciddi olarak ve bilimsel olarak. Ve bunu herhangi bir ideolojinin herhangi bir güç kapma yarışının parçası haline getirmeden yapmak çok önemli.
Türk politika tarihinde korku kültürü ne kadar hakim? Hep korkutularak mı yönetilmiş Türkiye?
Korku kültürünün dışında başka bir akım olmamış. Avrupa'nın yaşadığı aydınlanma, birey olma hakkı mücadelesi olmamış. İşte Atatürk devrimleriyle bunu yapmaya çalışmış. Fakat korku kültüründe yetişmiş insanlar onu da hemen bir canavar haline getirip iki kampa ayrılmış, hangisi güçlü olacak mücadelesi yapıyor. İki tarafında anlaştığı temel değerler nedir konusunda bir araştırma içerisine girmiş değiliz. Ben şimdi olanların hepsini korku kültürü içinde bir mücadele savaşı olarak görüyorum, Bu da bana acı v! eriyor.
Bir de bu savaşın, bu en tepedeki güç savaşının bizlerde, sıradan insanlarda yarattığı korkular var. Herkes endişeli, kaygı içinde ve mutsuz.
Gerçeğe saygı bir değer olarak kurumlarda yaşamıyorsa o zaman benim çok dikkat etmem gereken şeyler var. Ailem var, işim var, düzenim var. Yaşamımı devam ettirmek için benim ya çok güçlü olmam lazım ya da çok güçlü bir ekibin parçası olmam lazım. Bütün mücadele böyle dönüyor şimdi Türkiye'de. Karşı tarafın hakları umurunda değil, zerre ilgilendirmiyor. Bir onların gözüyle bakayım diye kimse demiyor. ! Çünkü bakarsa gücünü kaybediverir. O yüzden herkes yüzde 100 haklı olduğunu iddia ediyor. O yüzden de diyalog imkanı ortadan kalkıyor. Diyalog imkanının olabilmesi için herkesin "Arkadaş sen de ben de farklı bakıyoruz ama müşterek bir gayemiz var" diyebilmesi lazım. Müşterek kabul ettiğimiz kriterler olması lazım. Bu kriterler yok. O yüzden ben sana baktığımda acaba hangi taraftan diyorum. Sana da sormuyorum, güvenim yok, alttan alttan anlamaya çalışıyorum.
Benim gördüğüm kadarıyla hem parti içi hem partiler arası politika güç mücadelesinden başka birşey değil. Kim mevkiye makama gelirse nemalanma durumu olarak görüyorum bunu. İçten içe hepimiz de bu böyle olur diye kabul etmişiz. O nedenle korku kültürünü bizim en önemli baş belamız olarak görüyorum. Henüz daha f! arkında değiliz nasıl ki balık suyun farkında değil, biz de korku kült ürünün farkında değiliz.

Bizim de suyumuz mu hasta?
Aynen öyle, akvaryumun suyu aynı olduğu sürece yeni balıklar koysan bile bir süre sonra onlar da hastalanır. Şimdi biz ne yapıyoruz, milletvekillerini suçluyoruz. Sanki onlar gökten zembille indi. Onlar da bizim balığımız!

Peki suyu iyi etm! ek için ne yapmak lazım? Suyun ilacı ne?
Değerler! İlk değer gerçeğe saygı. Anne baba olarak çocuğunun gerçeğine saygı duyacaksın.
İkinci değer, gerçeğe sevgi.Anne baba olarak çocuğunu seveceksin.
En önemlisi de yaşama saygı. Çocuğun kendi yaşamında kendisi olarak var olabilmesine saygı duyacaksın!

MASAL DÜNYASI Okuma Hikaye Otizm Roman Çocuk Çizgi Film Aile Toplum Cumhur KOCALAR İSTANBUL TURKEY

Doğaçlama Spontanite An Davranış İnsan ve Grup Psikolojisi Müzik Cumhur KOCALAR İSTANBUL

TİYATRO GELENEKSEL ÇAĞDAŞ ABSÜRD OYUNCULUK PERFORMANS DOĞAÇ SPONTAN Cumhur KOCALAR İstanbul TURKEY

Çağdaş Modern Dans Performans Sanat Contemporary Dance Cumhur KOCALAR Çatı İstanbul Turkey

Telif Hakları

cumhurkocalar@gmail.com İstanbul, Türkiye

Tüm sitelerde telif hakları saklıdır.

Bu veb sitesinde yayımlanan yazılar bu sitedeki orijinal linki verilerek kaynak gösterilmek ve yazarının adı mutlaka belirtilmek kaydıyla, ayrıca bir izin almadan internet üzerinden elektronik ortamda kullanılabilir. Yazıların basılı ortamda kullanımı için yazar izni gereklidir.