FELSEFE SANAT BEDEN BİLİNÇ ÖZNE DUYGU FİZİK SPiNOZA DELEUZE NiETZSCHE İst Cumhur KOCALAR

Kitaplar Yazarlar Okuma Yorum Özet Yayın Kütüphane Kaynak Cumhur KOCALAR İSTANBUL TURKEY

İSTANBUL TARİHİ KÜLTÜREL VE DOĞAL VARLIKLAR, SOSYOLOJİ BOĞAZİÇİ SİTLER Cumhur KOCAL AR

22 Aralık 2008 Pazartesi

Rol ve Oyunucu psikolojisinde mimik - Çağan Irmak

Yönetmenler

Filmleriyle duygularımıza hitap eden bu tıkanmış dönemin dönemecinde yer alıyor,
Çağan Irmak.

Komediden kurtuluşa kapı aralayan ve
o furyayla süregelip bitmek bilmeyen toplumsal kayboluşumuza,
mütevazi bir şekilde ışık tutabiliyor.

http://filmlerden.blogspot.com/2008/12/issz-adamn-ardndan-aan-irmak.html

Oyuncuları ise pek yerinde bir seçimle kendilerini aşıyorlar, filmde:

http://tiyatroda.blogspot.com/2008/12/gen-kuak-oyuncular-aan-irmak.html

Sineterapi - Dinçer Kocalar

Seçme bir film ve konuşabileceğiniz bir danışman

Seçme senaryolar üzerinden kaliteli bir oyunculukla karşılaştığınızda kendinizi o hikayenin içinde buluveririsiniz. Hikaye ister yaşanmış, isterse de yaşanmamış olsun..

Adımınızı salona attığınız andan itibaren artık, yakayı elevereceğiniz bir ortamın içindesinizdir.

Belki özdeşleşivereceğiniz bir rolde kıstırılıp kalacak, belki de biraz başbaşa sürüklenir bulacaksınızdır kendinizi...

Bunlar yaşanmaya değer olmuştur zaten hep,
ama bu kez biraz daha farklı, işte onu da siz keşfedin.

Uzman Psikolog Dinçer Kocalar'a yarattığı ortamlarda yapmış olduğu seçimleriyle ve bana yaşattıklarıyla bir kez daha minettar kalarak ayrılıyorum, Bizden Bire'deki seansımdan..

Seyrettiğim filmin özetle yaşattıkları ise yansıdı bile hayat sayfalarımıza:
http://filmlerden.blogspot.com/2008/12/million-dollar-baby-clint-eastwood.html

Belki bir dahaki seansa görüşmek dileğiyle;
Bu seçimlerin Acanda sını izleyebilirsiniz.
Sizlerde davetlisiniz.

6 Kasım 2008 Perşembe

Eğitim sistemlerinin dönüşümü

Ülkemizde henüz kuramsal aşamada kendini hisstetirmeye başlamış olan öğrenci odaklı eğitim yaklaşımları ile yeni tanışmamız nedeniyle, gelişmelerin kavranılması ve uygulama alanı bulması biraz zaman almaktadır.

Yakın zamanda bu konuda yayınlanan bir makale oldukça umut verici olup, gelişmelerin izlenilmesinde fayda vardır. Konu öncelikle çocukları ilgilendirdiği için; http://masaliz.blogspot.com/ kanalıyla izlenebilir.

8 Temmuz 2008 Salı

Film terapi - Ki-duk Kim

Yönetmenler

Eserleri hiç kaçırılamayacak olan bazı yönetmenler vardır,
onlara biraz daha yaklaşınız..

http://meditasyonlar.blogspot.com/2008/07/film.html

30 Mayıs 2008 Cuma

Otizm İst-2008

Konferans

Amacımız tedavi ve eğitim alanındaki gelişmeleri takip etmek ve bu alanda çalışan uzmanları ve ilgili aileleri diğer ülkelerdeki konunun uzmanları ile buluşturmak ve son gelişmeleri yakın takip etmelerine yardımcı olmaktır.

http://www.otizmistanbul2008.org/default.asp

20 Mayıs 2008 Salı

Büyü Dükkanı - Yeşim Türköz

Çok etkileyici bir psikodrama oyunu..

Henüz tanışmamış olanların önce oynaması önerilir.

Sabırsız olup merak edenlerin veya oyun sonrası bir şeylerin iyi gitmediğini düşünüp hatta neleri kaçırdıklarını anlamak isteyenlerin belki şu kitabı okumaları faydalı olabilir.

Büyü Dükkanı - Yeşim Türköz

19 Mayıs 2008 Pazartesi

Meditasyonlar: Akıl ve sezginin işbirliği

Özgün bir karma:

"Meditasyona dair Kavramlar"la, Parapsikolojik bir teknik olarak "Aile Dizini Metodu" etkisiyle ve "Psikodrama uygulamaları" içinden yola çıkılarak yapılan, karma (hibrid) bir yorum yazısı ile Akıl ve Sezginin işbirliğinde sağlanan bütünlüğe özlemin dilegelişi ...

http://meditasyonlar.blogspot.com/2008/05/gemi-yaam-yolculuu-meditasyonu-sami.html

5 Mayıs 2008 Pazartesi

e-gruplar

http://groups.google.com/group/psikodrama
psikodrama@googlegroups.com

http://www.facebook.com/group.php?gid=17216480961

Katılıma açıktır.

Psikodrama tanımı

Psychodrama at its fundamental core aims to provide fellow participants a safe, supportive environment in which to practice new and more effective roles and behaviors.

The first step is warm-up whereby the group theme is identified and a protagonist is selected.

Proceeding this is than 'action' the problem is dramatized and the protagonist explores new methods of resolving it, which is finally followed by the sharing, where group üyesi var are invited to express their connection with the protagonist's work.

Nebahat Erpolat


3Harf Sözlük:

1. psikodrama j.l.moreno'nun temellerini attığı yaygın olarak kullanılan felsefe, kuram ve teknikler bütünüdür.
Grekçe psyche(ruh) ve drama(eylem) sözcüklerinden gelmektedir.
Moreno’ya göre bu, insan varlığıını ya da durumun gerçegini dramatik yöntemlerle araştırmakta olan bir bilim dalıdır.

Copyright © 2005-2007 3Harf Sözlük www.3harf.com bilgi@3harf.com

27 Nisan 2008 Pazar

Tiyatro ve Doğaçlama

Çalıştay
Baltacıoğlu Tiyatrosu Buluşması
İstanbul Üniversiteleri Tiyatro Şenliği

Büyükleri çoçuk gibi eğlendiren orta oyunları ve doğaçlamalar üzerine çok güzel bir panledi..

Ustalara teşekkür ederiz..

Çağdaş Tiyatro-Absürd Tiyatro üzerine bir çalıştay ve performans sanatı hk.da bildiri için: http://cumhurkocalar-dans.blogspot.com/2008/04/oyuculuk-performans-ahika-tekand.htmlDoğaçlama yolunun çağdaş danstaki tarihsel uzantılarından bugüne göndermeler için:
http://cumhurkocalar-dans.blogspot.com/2008/04/1970lerle-daniel-lepkoff.html

Diğer yazılara her sitede Ana yollar altındaki yönlendirmelerden ulaşabilirsiniz.

14 Nisan 2008 Pazartesi

Yaratıcı Tiyatro

Haber

Bu akşam Ortaköy'de gösterileri olan ilginç bir grubun varlığını öğrendim..

Çağdaş dans alanında yıllardır yöneldiğim çalışmalarım da nadiren ses kullanımlı, hareket ağırlıklı doğaçlamalar şimdi başka bir alanla da bütünleşmeye başlıyor kafamda. Bazen bizim de sergilediğimiz gösterilerin bir başka açıdan benzeri, şimdi psiko-tiyatral açık ve kesintili bir seyirci etkileşimiyle de doğal ve ansal bir dışavurum ile sahnelenir hale gelmiş ne güzel.

Bundan biraz geç haberim oldu. Ama yine de bu haberle karşılaşmak pek memnuniyet vericiydi doğrusu, benim bakış açımla psikodrama ile temellenmesi daha iyi olsa da, belki böylesi bir hoş algılanabilirliğe sanat sayesinde açılabilen insan psikolojisi ağırlıklı bir gösteri biçimi de Türkiye'de çoktan olmalıydı zaten.. Bir kaç senelik Maşer-i Cümbüş Doğaçlama Tiyatro grubu da (eğlence yönelimli) başarılı bir ilk sayılabilir aslında.

Zira çağdaş dansta da yıllardan beri, özel ve yoğun çalışmalarımız dışında yer bulmasına özellikle çaba sarfettiğim, Doğaçlama Dans Gösterileri genellikle ancak içeriği uygun olabilecek festivallerde ya da mekan bulabildikçe gerçekleştirebilecek bir uğraş olmaktan öteye gidememişti, benim için. Halbuki görülüyor ki, böylesi dinamik ekipler oluşturabilmek tiyatro için çok daha kolay olabiliyor.

Bu konulara yakın ve derin ilgi sahibi olan seyircinin, dansa da (anlaşılabilirlik açısından eşit olmasa da) biraz yönelebilmesini gönülden isterdim. Ülkemizde ne yazık ki, TV, futbol maçları ve (bağımsız yönetmenlerin filmlerinin yine şansı olamasa da) neyse ki sinema, çağdaş dansa ve tiyatroya nazaran daha çok tutunduğundan, gerçek sanattan mahrum bir yaşam sürüşümüz yarınlarımızı daha çok boğar hale geliyor, bu da gündelik her halimizden zaten belli oluyor.

"Yaratıcılığın ve terapötik etkileşimin sınırları,

dansta çok daha radikal biçimlerde aşılabilir." Cumhur KOCALAR


İSTANBUL SPONTANİTE TİYATROSU (İstanbul Playback Theatre)

İzleyicilerin tiyatrosudur; onların aktif katılımcı olduğu bir tiyatrodur. İzleyicilerin yönetici olduğu bir sahneyi üretir, Bu sahnede izleyicilerin yaşamları, öyküleri, anları, duyguları, düşünceleri canlandırılır. Sahnede her şey yalnızca bir kez canlandırılır. Playback Tiyatrosunda yaratıcılıktan ve olan bitenden herkes; yani yönetici, oyuncular, izleyiciler ve hikayeyi anlatan sorumludur.

Yönetici Deniz ALTINAY
Oyuncular Banu AKMAN Ayça ATASOY Sündüz ATAY Derya LEBLEBİCİOĞLU Ceren ŞAHİN Faysal TEKOĞLU

Seyircilerin öykülerinin oynandığı ve yalnızca bir kez oynandığı spontan, yaratıcı ve terapötik tiyatroya hoşgeldiniz...
Altı sene önce Deniz Altınay tarafından kurulan İstanbul Spontanite Tiyatrosu, bugünkü adıyla Playback Theatre eğitimleri İstanbul Psikodrama Enstitüsü'nde sürdürülmekte ve her yıl açılan yeni gruplara üye kabul edilmektedir.
Spontanite tiyatrosunda olan bitenden herkes sorumludur. Gerçek yaratıcılık sorumluluk almakla mümkündür ve yaratma cesareti kavramı buradan doğmuştur. Hikayeyi anlatan, oyuncular, müzisyen ve yönetici bir defalık oyunda aynı derecede sorumluluk alırlar.
Oyun bir kez daha tekrar edilmez ve akıp gider; tıpkı yaşamda olması gerektiği gibi.Tarihi değiştiren kişiler arkalarına bakmayan ya da oralara saplanmayan kişilerdir. Bu onların spontanitelerinin ve yaratıcılıklarının kanıtıdır. Her şey yaşanır ve biter; bu ise yeni başlangıçların habercisidir.

Bitmeyen işleri olanlar, yeni başlangıçlar yapamazlar.

http://www.ticketturk.com/portal/tr/sanat/tiyatro/spontanite_gosterisi/32167/


3 Nisan 2008 Perşembe

Kitap: Niçin Mış Gibi Yaşıyoruz? - D.Cüceloğlu

0-7 yaşı geçirdik ne yapacağız şimdi demeyin, biliyoruz ki içimizdeki çocuğun annesi de kendimiz babası da.

İçimizdeki çocuk
kavramıyla bizi tanıştıran Prof.Dr. Doğan Cüceloğlu hocamızın sohbetinden uzunca bir alıntı geçti elime. Böylece önceden beri bu konunun üstadına deyinmek istediğim için, kendisine kolaylıkla yer vermek mümkün hale geldi. Şimdi birlikte ona kulak verelim..

Söyleşi'den AlıntıProf.Dr. Doğan Cüceloğlu

Su bozuldu. Korku içindeyiz. Sürekli birşeylerden korkuyoruz. Yarın gözümüzü ekonomik krize açıp bir anda borçlarımızın katlanmasından… Durakta beklerken bir bombayla paramparça olmaktan…Hiç beklemediğimiz bir anda işsiz kalmaktan…Tüm yaşamımızın bir anda değişmesinden… Çocuklarımıza karanlık bir dünya bırakmaktan…Korkuyoruz!
Korktukça içimize kapanıyoruz, yalnızlaşıyoruz, mutsuzlaşıyoruz!
Tam da mutsuzluğun dibine vurduğum birgünde bir kitapçı vitrininde karşılaştım Doğan Cüceloğlu'nu son kitabıyla.
Kitap adıyla tavladı beni : Korku Kültürü!

Kitabın alt başlığı adından bile güzel: Niçin Mış Gibi Yaşıyoruz?
Psikoloji Profesörü Cüceloğlu ile TV8'de Cumartesi sabahları yayınlanan programının çıkışında ko! nuştuk.
Uzun ve epey öğretici konuşmanın sonunda anladım ki Türkiye'nin suyu hasta!
Niye mi?
İşte Doğan Cüceloğlu'nun ağzından nedenleri…
Bir arkadaşım anlatmıştı. Japon balığı almış. İşten sonra evine gidip balığını seyrediyormuş. Şahaneymiş seyretmesi, böyle dalga dalga gidiyormuş balık. Ama bir süre sonra balık yan yatmış, debelenmeye başlamış. Kavanoza koyup deniz biyoloğu ol! an bir arkadaşına götürmüş. Biyolog incelemiş, demiş ki;
- İyi haberim var, kötü haberim var, hangisinden başlayayım?
- Hangisinden istersen
- İyi haberim balık hasta değil. Kötü haberim suyun hasta.
- Su hasta olur mu ya?
- Evet olur, iyi oksijen almıyor bu su. Bundan dolayı bir bakteri girmiş .Ve bu bakteri balığın sinir sistemini böyle etkilemiş.
- Ne yapmam lazım?
- Balığın suyunu değiştireceksin , bir de pompanı değiştireceksin.
Su değişince, pompa sistemi değişince gerçekten de balık iyileşmiş bir süre sonra. Yine şahane biçimde dalga dalga gitmeye devam etmiş!
Bizim suyun hastalığı ne peki?
Korku kültürü.
Korku kültürü kavramını biraz açabilir misiniz?
Korku kültü! rü yaşamda gücü temel olarak kabul eder. Hayatta en önemli şey güçtür. Bu nedenle yaşam sürecinin kendisini sıfırlar. Mutluymuşsun, coşkuluymuşsun, zevk alıyormuşsun hiçbir önemi yok. Seni güçlü kılıyor mu kılmıyor mu ona bakacaksın. Bu da sonuçlarla belli olur. Mevki edindin mi, para kazanıyor musun, şöhretli misin, göster bana! Böylelikle yaşamın bir süreç olarak değeri yok, güç temel değerdir. Güçlü olan haklıdır, çünkü o güçlüdür. Güçlü olanın denetleme hakkı vardır, çünkü o güçlüdür. Yönlendirir. Böylelikle tüm ilişkiler ve yaşam onun üzerine oluşmaya başlar. O nedenle böyle bir toplumda insan insana ilişki yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır. Kadın erkek ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilşkisi vardır. Patron işveren ilişkisi yoktur, güçlü güçsüz ilişkisi vardır. Bir toplumda "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diye soruluyorsa o toplumda güçlü güçsüz ilişkisi vardır!
Korku kültüründe insanların ilk karşılaştıklarında akıllarından geçen şudur: Şimdi burada kimin borusu ötecek. O yüzden kolay kolay gülümsemezler, başka tarafa bakarak el sıkarlar. Yani diyor ki: Yersen, burada baba benim. Böyle durumlarda ben kendimi nasıl tanıtacağım. Profesör Doktor Doğan Cüceloğlu. Mutlaka mevkimi söyleyeceğim. Yani işte 15 kitap yazdım, tv programı yapıyorum, filan, filan…Bir kıdem listesi yapacağım sana güçlü olduğumu göstermek için. Çingeneler kavga ettiğinde bende bu var diye sende ne var diye atışırlarmış ya… Bizdekinin aynı. Adam kitap yazıyor, üzerine Prof bilmemkim diye titrini yazdırıyor, ne gerek var?
Korku kültüründe eşit ilişki yoktur, kim daha güçlü, kim daha üstün ilişkisi var. Daha evlenirken bu karı koca ilişkisinde kendini belli! eder, ilk gece gözünü korkutuyor, ilk gece. Anne baba çocuk ilişkisin de de öyle.
Anne baba ilişkisinde nasıl?
Çocuk bir kere 0 - 7 yaş arasında müthiş bir mücadele veriyor.
Ne mücadelesi veriyor?
Varolma mücadelesi veriyor. "Yemiyeceğim" diyor, "Doydum" diyor. "Yiyeceksin" diye ağzına tıkıyoruz kaşığı. "Aç değilim" diyor. "Hayır açsın" diyoruz. Düşünebiliyor musun ya? Şu işkenceyi düşünebiliyor musun?
Geçen gün üniversite öğrencilerinden oluşan 70 kişilik bir gruba konuştum. Bir kız öğrencinin önüne gittim. "Merhaba" dedim ama görüyorum nasıl korkuyor. İnşallah doğru cevap veririm kaygısı var yüzünde. "Sabahleyin karşılaşsak ben sana sorsam 'Uykunu alabildin mi?' diye. Uykunu alıp almadığını bilebilir misin?" dedim. "Bilmem, belki" dedi. Bu çok acı birşey. "Peki" dedim "Senin uykunu alıp almadığını senden daha iyi bilecek kim var?" Ona da cevap veremedi.! Üniversite öğrencisi bu! Yandaki arkadaşa döndüm. "Aç mısın tok musun bilir misin?" dedim. Cevap veremedi, ııığğğ filan yapıyor. "Senin aç ya da tok olduğunu senden daha iyi bilebilecek biri var mı?" dedim. "Lokantacı "dedi. Bunlar üniversite öğrencisi! Bunlar bu kadar sınavdan sonra üniversiteye girebilmiş seçilmiş insanlar! Ama düşünün öyle bir yaşamı boşaltma durumu var ki çocuk aç mı uykusuz mu bilmiyor.
Ve ben psikolog olarak şunu söylüyorum. Bir insanın yaşmının temeli 0 - 7 yaş arasında atılıyor. Bir vatandaşın vatandaşlığının temeli de 0 ile 7 yaş arasında atılıyor. Neye benziyor bu biliyor musun, eğer siz bir çocuğa 0 - 7 yaş arasında Türkçe öğretemezseniz, ondan sonra da düzgün Türkçe konuşamaz, ona benziyor. Eğer çocuklarınıza 0 ile 7 yaş arasında vatandaş olma bilinci veremezseniz ondan sonra ikinci dil öğrenirmiş gibi z! orlukla aksak öğreneceklerdir.
O zaman o üniversitelinin aç olup olmadığını bilmemesinin nedeni de annesinin çocukken aç olmadığı halde zorla yedirmesi mi? Onun adına kararlar vermesi mi?
Bu ufak bir örnek. Genel olarak çocuğa verilen mesaj önemli. "Sen küçüksün bilmezsin büyükler bilir. Sen kimsin ki…" Bu genel mesaj yerleşince " Ben kimim ki, otorite daha iyi bilir" inancına dönüşüyor. Korku kültürünün özü bu!
Öyle olunca yaşam tamamıyla gerçeğin araştırılması değil, özgürce bir yolculuk değil, bireylerin, grupların, cemaatlerin birinden daha güçlü olma mücadelesine dönüyor.
Türkiye'de siyasal anlamda yaşanan da bu değil mi?
Evet! İşte bu korku kültürünün aksi olan saygı kültüründe çok temel bir değer vardır. O da gerçeğe saygıdır. Üniversite neden vardır? Gerçeği keşfedip,öğrenip, yaymak için vardır. Oysa bu korku kültürünün umurunda değil. Korku kültü! ründe üniversite makam için vardır, mevki için vardır, daha güçlü olmak için vardır. Araştırma yapmaktan daha çok nasıl kulis faaliyetleriyle, ayak oyunlarıyla makam elde edileceği öğrenilir. Ayakta kalanlar, mevki, makam sahibi olanlar bunlardır. Ve bunlar bir öğrenci çok akıllı ve yetenikliyse korkarlar, onu asistan almazlar.
Sadece üniversitelerde değil, hiçbiryerde çok akıllı adam istemezler Türkiye'de.
Evet, çünkü tehlikesin. Ama ben 25 yı l yurtdışında bulundum. Orada adamın seni sevmesi veya sevmemesi üçüncü dördüncü derecede ilgilendiği birşey. "Sevmem ama harika bir kafası var, ondan dolayı buraya getirmek zorundayım" diyor. "Arkadaşım olarak görmem ama hakkını veririm" diyor.
Şöyle düşünmek lazım. Hepimiz bir ekibin parçasıyız. Ben şu çocuğun ( parkta oynayan çocuğu işaret ederek) daha mutlu olmasının bir parçasıyım. Herkes böyle düşünmeli. O çocuk mutsuzsa emin ol şu veya bu şekilde o mutsuzluk benim hayatımı etkiler. Trafiği düşün, herbir kişinin araba kullanışının kalitesi diğerinin hayatını etkiler. Sarhoş ise, yorgun ise, hızlı ise trafikteki herkes etkilenir. Toplumda da öyle. Ben buna biz bilinci diyorum. Korku kültüründe biz bilincinin gelişmesi mümkün değil. Ya ben bilinci denilen arsız saldırgan ! kültür gelişir, ya da sen bilinci denilen ezik kişiliksiz kültür gelişir.
Arsızlar ezikleri daha da eziyor yani o zaman?
Zaten sen diyenler "Meee" diyor, "Çoban yok mu? Uykum var mı yok mu bana söylesin, biri benim hakkımı korusun."
Mesela sınıfa girin öğre! tmen olarak. Korku kültürüyle yetişmiş çocuğa güleryüzlü davranın, "Gü naydın çocuklar nasılsınız?" filan deyin. Üç dört ders sonra size parmak atmaya kalkarlar. Siz üzülürsünüz ben bunlara insan muamelesi yapıyorum, yaptıklarına bak diye. Size süratle öğretirler nasıl öğretmen olunması gerektiğini. Demek ki korku kültüründe korkutulma ihtiyacının giderilmesi için korkutan birisinin olması lazım. El ve eldiven gibi. Ve bu bir yaşam felsefesi. Mesela korku kültüründe yetişmiş kadınlar da korkutan erkek ister. Onları korkutmayana "Ne biçim erkek" derler.
Türkiye'de yüzde kaç korku kültürü hakim?
Şimdi belirli bir azınlık grup var. İnsan hakları, çocuk hakları diyen, insanca bir yaşam isteyen, birbirlerine "Günaydın" demek isteyen, trafik kurallarına uyan…Benim gördüğüm kadarıyla çok az…Ve bu insanlar çok yalnız. Eğer Türkiye'de uygar insan gibi yaşamaya çalışırsanız süratle kendinizi keriz olarak görürsünüz. O sınıfa girip de "Günaydın" diyen öğretmenin durumuna düşersiniz.
Başınıza gelmedik kalmaz yani?
Kendinizi korursunuz ama o zaman da kendinize yabancılaşırsınız. Bir mutsuzluk yaşamaya başlarsınız. Ve altını çizmek lazım. Kimsenin kabahati yok. Kimse kötü niyetle yapmıyor bunu. Bildiği başka bir şey yok. 0 - 7 yaş aralığında bunu öğreniyor. Bildiğini de gelecek nesle bağırta çağırta aktarıyor. Bu böyle gidiyor.
Nasıl ki alfabeyi değiştirmek için seferberlik yaptık, köy köy gezip anlattık. Bence bizim ana babalığı öğrenmemiz için de aynı şey lazım. Çok ciddi olarak ve bilimsel olarak. Ve bunu herhangi bir ideolojinin herhangi bir güç kapma yarışının parçası haline getirmeden yapmak çok önemli.
Türk politika tarihinde korku kültürü ne kadar hakim? Hep korkutularak mı yönetilmiş Türkiye?
Korku kültürünün dışında başka bir akım olmamış. Avrupa'nın yaşadığı aydınlanma, birey olma hakkı mücadelesi olmamış. İşte Atatürk devrimleriyle bunu yapmaya çalışmış. Fakat korku kültüründe yetişmiş insanlar onu da hemen bir canavar haline getirip iki kampa ayrılmış, hangisi güçlü olacak mücadelesi yapıyor. İki tarafında anlaştığı temel değerler nedir konusunda bir araştırma içerisine girmiş değiliz. Ben şimdi olanların hepsini korku kültürü içinde bir mücadele savaşı olarak görüyorum, Bu da bana acı v! eriyor.
Bir de bu savaşın, bu en tepedeki güç savaşının bizlerde, sıradan insanlarda yarattığı korkular var. Herkes endişeli, kaygı içinde ve mutsuz.
Gerçeğe saygı bir değer olarak kurumlarda yaşamıyorsa o zaman benim çok dikkat etmem gereken şeyler var. Ailem var, işim var, düzenim var. Yaşamımı devam ettirmek için benim ya çok güçlü olmam lazım ya da çok güçlü bir ekibin parçası olmam lazım. Bütün mücadele böyle dönüyor şimdi Türkiye'de. Karşı tarafın hakları umurunda değil, zerre ilgilendirmiyor. Bir onların gözüyle bakayım diye kimse demiyor. ! Çünkü bakarsa gücünü kaybediverir. O yüzden herkes yüzde 100 haklı olduğunu iddia ediyor. O yüzden de diyalog imkanı ortadan kalkıyor. Diyalog imkanının olabilmesi için herkesin "Arkadaş sen de ben de farklı bakıyoruz ama müşterek bir gayemiz var" diyebilmesi lazım. Müşterek kabul ettiğimiz kriterler olması lazım. Bu kriterler yok. O yüzden ben sana baktığımda acaba hangi taraftan diyorum. Sana da sormuyorum, güvenim yok, alttan alttan anlamaya çalışıyorum.
Benim gördüğüm kadarıyla hem parti içi hem partiler arası politika güç mücadelesinden başka birşey değil. Kim mevkiye makama gelirse nemalanma durumu olarak görüyorum bunu. İçten içe hepimiz de bu böyle olur diye kabul etmişiz. O nedenle korku kültürünü bizim en önemli baş belamız olarak görüyorum. Henüz daha f! arkında değiliz nasıl ki balık suyun farkında değil, biz de korku kült ürünün farkında değiliz.

Bizim de suyumuz mu hasta?
Aynen öyle, akvaryumun suyu aynı olduğu sürece yeni balıklar koysan bile bir süre sonra onlar da hastalanır. Şimdi biz ne yapıyoruz, milletvekillerini suçluyoruz. Sanki onlar gökten zembille indi. Onlar da bizim balığımız!

Peki suyu iyi etm! ek için ne yapmak lazım? Suyun ilacı ne?
Değerler! İlk değer gerçeğe saygı. Anne baba olarak çocuğunun gerçeğine saygı duyacaksın.
İkinci değer, gerçeğe sevgi.Anne baba olarak çocuğunu seveceksin.
En önemlisi de yaşama saygı. Çocuğun kendi yaşamında kendisi olarak var olabilmesine saygı duyacaksın!

31 Ocak 2008 Perşembe

MASAL

Yeni bir konu (site, blog)

http://masaliz.blogspot.com/

Kışları uykuya dalmadan önce kulağımıza fısıldanan, içimizi ısıtan masallarımızı öksüz bıraktık.

Hızlandırılmış yaşamı biraz ağırdan alıp, sıkıştığımız mekanların dışına doğru kayalım, bakalım nelerle karşılaşacağız.

Eğer zorlanırsak, çocuklarla bunu daha kolay başarabildiğmizi deneyip, görebiliriz sanırım.

10 Ocak 2008 Perşembe

Sosyometri

Çalıştay

Yaşadığımız çevrede ortak yönlerimizden ötürü aslında, pek çok kişiyle örtüşen sosyal bir yapımız var. Bu doğal bütünlüğe ulaşmamız da, iyi bir aile ve toplum eğitimiyle mümkün. Bu tür gereksinimleri sosyal bir varlık yapıyor, insanı.

Bu konu da, daha uygulamalı bir çalışmadan alıntılar yapmak isterim.

http://cumhurkocalar-dans.blogspot.com/2007/11/psikodrama-konf-jgershoni_30.html

Bırakın çocuklar, kendilerini ifade etsinler.

Sohbet notları

Geçenlerde yeni tanıştığım bir arkadaşımla kısa bir sohbet aslında, benim bu siteye başlama kararını vermem de belirleyici oldu. Ona çok teşekkür ediyorum, hem çocuklara verdiği emekten, hem de bu deneyimlerini benimle paylaştığı o sohbetten ötürü.

Şöyle bir geçmişe bakacak olursam, 12 yıl öncesine dayanan psiko-drama denemelerimle edindiğim deneyimimi, pekişerek bu günlere kadar nitelikleri zenginleşerek artan pek çok özgün çalışmayla bir şekilde sürdürebildiğimi düşünürsek, bundan başka bir çok yeni konuya da eğilmiş olmama karşın en rahatlıkla konuşabileceğim böyle potansiyel bir konum daha olduğunu atlamamam gerekirdi. Belki ağır karmaşık bir anlaşılırlık içermesi, bilinç ardına atmama sebep olmuş. Halbuki bir o kadar aktarılıp, irdelenmeye açık önemli bir konu.

Sohbet sonrası İnternet'te pek okumadan şimdilik eklemeyi düşündüğüm aşağıdaki bir yol bu konuyu, okul öncesi ve sonrası hatta ilerleyen yaşlarında bir rehberi olabilecek tarzda, topluma yayarak tartışmaya açmak isteğimden kaynaklanıyor.

psikoloji-sosyal-fobi ve psikolojikdanismanlar-okul-öncesi

Sohbet sayesinde yaptığım tespitler:
  1. Çocuklarımız sevgi bekliyor, hatta muhtaç haldeler.
  2. Okullarda korku hala bir model.
  3. Suç ve ceza yöntemleri yerine alternatifler nedir? (Ör:Sorumluluk verme)
  4. Veliler neden hep anneler?
  5. Kuşak çatışmaları gayet normal, ebeveynler kendimizi eğitelim lütfen.
  6. Drama öğretmenlerimiz yeni nesillerin okul hayatından hafızlarında kalacak her şey olacaktır.
  7. Hayal dünyasına ve yaratıcılığa izin verin, lütfen.
  8. İletişim kurma becerisi gelişmeyen çocuk, hayatta kalma şansını kullanamaz.
  9. Özgüveni gelişmeyen çocuklar ve gençler bağımlı kalırlar veya zamanla olurlar.
  10. ... Peki sizlerin düşünceleri, ek görüşleri, neler acaba ?

Öneriler:
  1. Öğretmenlerimiz mecbur kalınca belki düşünce cezası (komik ve güzel) verebilirler..
  2. Bağış çağrısı: Okul açınız, lütfen.
  3. Sınıflardaki öğrenci sayıları azalmadıkça, öğretmenlerimizle yavrrularımız arasında yeterli ve yaygın iletişim sağlanamaz. (İlkokullarda bir drama öğretmeni (1.-5. sınıflar düzeyinde günde 8 saat boyunca) toplam 2,000 civarı çocukla ilgilenmek durumunda kalabiliyor.)
  4. ... Peki sizlerin düşünceleri, ek önerileri, neler acaba ?

9 Ocak 2008 Çarşamba

Başlarken

Ülkemizde var olan ve ağırlığını koruyan genç nüfusa karşın, son 10 yılda izlemleyebildiğim kadarıyla, sanata ve yan dallarına olan kamusal ve bireysel ilgi, biraz niteliksizliğe doğru kaymıştır. Sanatın geçmişteki bütünsel kurgusuna ve toplumsal işlerliğine karşın giderek, morfolojik olarak şekil değiştirmişliği ile karşı karşıya kalındığı söylenebilir.

Diğer yandan ise, toplam ülke nüfusunun artan karmaşık duygusal gereksinimleri adeta yok oluyormuşcasına, bundan sorumlu olması gereken yönetimler, durumu neredeyse cahilane bir biçimde ayırdına varmayarak israrla görmemezlikten gelmiştir.

Neredeyse, sosyal patlamaya varabilecek boyutlara gelmiş anakentlerde, üst üste yığılan insanların, bu hiçe sayılmışlık karşısında depresyon v.b. rahatsızlıklarla savaşımsızlığı, çaresizliği büyük bir kopukluk vahametinin yaşandığını göstermektedir. Orantısal ve niteliksel olarak çarpıklığa mahkum edilmiş kadrolar üzerindeki yükler, dengesizliğin sınırlarında dolaşır hale gelmiştir.

Buna karşın, yeni nesillerin yarattığı dinamizme olan inancımın beni güdülemesiyle, gençliğe daha nitelikli bir şekilde destek vermek üzere, sanatın kavramsal alanlarla da beslenerek herkese ulaşması gerektiğine yönelik çabalarımı bu siteyle, biraz daha somutlayarak korumak ve katkılarınızla da geliştirerek sürdürebilmeyi diliyorum.

Yetişmekte olan insanın, her zaman hayatının sanatsal alanlarına, belki kesintiye uğrayabilecek ilk geçişlerini yaşadığı erken zamanlarında, kaçınılmaz bir biçimde yapılandırmaya çalışacağı iç ve dış görünümüyle ilgili uğraşları içerisinde, belki en vazgeçilmez basamaklarından biri olması gereken psikodramanın teknikleriyle tanışıp, çalışmayı öğrenebilmesi gerekecektir.

Her nasıl olduysa, ülkemizde de artık dramanın, bir biçimde gecikmeli de olsa önemsenip, daha fazla nesli askıya alma gafletine düşülmeden ilkokullardan başlatılabilmesi, günümüzün şanslı nesilleri adına, uygulamaya alınarak henüz göstermelik işletiliyor olsa da, oldukça sevindiricidir.

Bu işleyişte, nedense eğitime hiç parası kalmayan dibi delik ülke bütçesi bahanesi gereğiyle, sözleşmeli öğretmenlerimizin, biraz orantısız kadro yükleriyle karşılaşma aşamasında bırakılmışlığının, daha fazla geciktirilmeden düzeltilebileceği umudunu taşıyarak, doğrunun henüz eğride olsa tutturulmaya çalışılmasıyla bir yol bulmaya başlanmış olmasıyla şimdilik avunulabilir.

Kendimizle nesnel ilk zor tanışma olarak nitelendirebileceğimiz hayatımızdaki en önemli aşamalardan birisi olan psikodramanın uzmanlarınca yürütülmesi gereği son derece ortadadır.

Bu noktada sahne sanatlarının, sosyal bilimler içinde çağımızın yine en ciddi alanlarından biri olan psikolojiyle kesiştiği bilinmektedir. Bu yüzden de ben, konunun gerçek uzmanlarının sahasına bilinçli bir şekilde girmemeye özen göstererek, biraz daha disiplinler arası bir alanda gözlemci olarak kalıp, tartışmaya ve önerilere açık öznel değerlendirmelerimi yapmaya çalışacağım.

Ayrıca 10 yıllık bir süreçte edindiğim deneyimlerimle de, konuya ilgili herkesi kendimce aydınlatmaya çalışacarak, geri dönülme bedeli yüksek yanılgıları önceden farkedip önlemeyi kolaylaştırmak amacıyla, bu siteyi hayata geçirmeye başlıyor olacağım.

İlginize son derece teşekkür eder, algılarınızın uzmanlar eşliğinde ve kontrolünüz ölçüsünde açılmasını dilerim..

Hoşçakalınız.

MASAL DÜNYASI Okuma Hikaye Otizm Roman Çocuk Çizgi Film Aile Toplum Cumhur KOCALAR İSTANBUL TURKEY

Doğaçlama Spontanite An Davranış İnsan ve Grup Psikolojisi Müzik Cumhur KOCALAR İSTANBUL

TİYATRO GELENEKSEL ÇAĞDAŞ ABSÜRD OYUNCULUK PERFORMANS DOĞAÇ SPONTAN Cumhur KOCALAR İstanbul TURKEY

Çağdaş Modern Dans Performans Sanat Contemporary Dance Cumhur KOCALAR Çatı İstanbul Turkey

Telif Hakları

cumhurkocalar@gmail.com İstanbul, Türkiye

Tüm sitelerde telif hakları saklıdır.

Bu veb sitesinde yayımlanan yazılar bu sitedeki orijinal linki verilerek kaynak gösterilmek ve yazarının adı mutlaka belirtilmek kaydıyla, ayrıca bir izin almadan internet üzerinden elektronik ortamda kullanılabilir. Yazıların basılı ortamda kullanımı için yazar izni gereklidir.